Duyular ve Algılar
Duyularımız sayesinde her an dünyayla iç içe yaşıyoruz ve çevremizi algılıyoruz. Bu duyusal algılar, zihnimizde işlenip yorumlandığında, öznel algılarımız haline geliyor. Duyusal algı, algının daha nesnel ve temel kısmını temsil ederken, bu algıları yorumlama süreci tamamen öznel bir deneyimdir. Genellikle birçok duyumu ‘seviyorum’ ya da ‘sevmiyorum’ gibi basit yargılarla değerlendiririz. Ancak deneyimlerimizi, öznel olumsuz yargılarımızdan bağımsızlaştırdığımızda, her şeyin farklı bir perspektif kazanabileceğini görebiliriz. Bu noktada, olayları olduğu gibi görebilmek, yorumlama biçimimizi de köklü bir şekilde değiştirir.
Aslında hayatta yaşadığımız deneyimlerle nasıl temas ettiğimizi, onları nasıl karşıladığımızı fark etmek oldukça önemlidir. Fark ettiklerimizi, hoşumuza giden ya da gitmeyen bir şekilde değil, yalnızca bir tutum içinde yorumlayabilmek, deneyimin içinde kalmak demektir. Bu bağlamda, kahveden bahsetmişken onun hikayesini de keşfetmekte fayda var.
Kahvenin Hikayesi
Kiminiz her gün kahve içer, kimi ise bu içeceğe mesafeli durur. Peki, kahvenin bir hikayesi var mıdır? Kahvenin keşfi, 9. yüzyılda Etiyopyalı bir çoban olan Kaldi’nin keçileri tarafından keşfedilmesiyle başlar. Kaldi, keçilerinin bir ağacın meyvelerini yedikten sonra daha hareketli olduklarını fark eder. Merakı uyanan Kaldi, ertesi gün keçileriyle birlikte o ağacın altına gider ve keçilerin yediği yeşil yapraklı, kırmızı kabuklu meyveyi denemeye karar verir. Bu meyveyi yedikten sonra tıpkı keçiler gibi kendisinin de çok daha enerjik ve mutlu olduğunu anlar.
Kaldi, yaşadığı bu mutluluğu paylaşmak ister ve koşarak Etiyopya’nın yerel manastırındaki keşişlere bu durumu anlatır. Keşişler, meyvenin tadına bakar ancak acı buldukları için ateşe atarlar. Fakat kavrulurken etrafa yayılan güzel koku, baş dervişin dikkatini çeker. Kavrulan meyvelerden bir içecek yapar ve tadına bakar. Keşişler içeceği çok beğenir ve bu içecek, onları tüm gece uyanık tutarak dua etmelerini sağlamak için kullanılır. İçtikleri bu içeceğin etkisinden memnun kalmalarıyla “kahveh” adını verdikleri kahve bitkisi, zamanla tüm Etiyopya halkı arasında yayılmaya başlar.
Kahvenin ünü, keşfinden sonra ilk olarak Arap Yarımadası’na ulaşır ve burada popüler hale gelir. 15. yüzyılın başlarından itibaren Yemen’de kahve yetiştirilmeye başlanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun genişlemesiyle Osmanlı halkı da kahve ile tanışır. 15. yüzyılın sonlarına doğru Yemen Valisi, kahvenin lezzetini Osmanlı Sarayı’na sunar ve tarihte ilk kez Yemen’den İstanbul’a kahve ticareti başlamış olur.
Zamanla kahve, sarayın en önemli içeceklerinden biri haline gelir. Kırk kişilik kahve ustaları tarafından pişirilir ve saray çalışanlarına bu ekibi yöneten bir “kahveci başı” rütbesi verilir. Haremdeki cariyeler de kahve yapımı konusunda eğitim alır. Kahve tüketimi, Osmanlı’da yalnızca saray halkıyla sınırlı kalmaz, evlerde de pişirilmeye başlanır. Aynı dönemde halkın bir araya geldiği “qahveh khaneh” adlı kahvehaneler kurulmuştur. İlk olarak 1550 yılında İstanbul’da açılan bu kahvehanelerde ticaret yapan insanlar ve yerli halk, kahve eşliğinde önemli konuları tartışmaya başlar.
Sonraki yıllarda önce Avrupa, sonra da Amerika’da yayılmaya başlayan kahve, dünya coğrafyasında birçok farklı ülkenin kültürel öğelerinden biri haline gelir. Kahve tohumunun toprağa düşmesiyle başlayan üretim süreci, fincanlarımıza dolmasıyla son bulur ve bu uzun yolculukta dünya genelinde milyonlarca insan istihdam edilir. Birileri toplar, birileri paketler ve bu paketler satışa sunulur. Kahve asla yalnızca bir kahve değildir; bazıları için güne başlamanın ilk adımıdır, bazıları için yoğun çalışmalara eşlik eden bir dosttur.
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır bu topraklarda; bu da 40 yıl hatır kadar emeğin birikimidir. Kahve, dünyanın dört bir yanına yayılmış karmaşık toplumsal ve ekonomik ilişkiler ağı ile yerkürenin en varlıklı ve en yoksul bölgelerini birbirine bağlar. Yemek üstüne içilen, elimize alıp içerken sahilde yürümemizi sağlayan, buluşmalara niyet ettiren, uzun ve derin sohbetlere şahitlik eden kahve çekirdeği, yeryüzünün çekirdeğidir. Kahve yalnızca bir içecek değildir.
Şimdi tüm bu bilgiler ışığında, içeceğiniz kahveden bir yudum almanızı rica ediyorum. Kokusuna dikkat edin, hikayesini, yolculuğunu düşünün… Ve afiyet olsun. Hayat, algıların bize sunduğu duyumları yorumlama biçimimiz ve hoş anları keşfetmekle doludur. Hoşa gitmeyen anları fark etmek kolaydır, ancak hoş anları görmek bazen zorlayıcı olabilir. Bu hafta sizleri, hoşa giden anları keşfetmeye davet ediyorum. Genellikle olumsuz olanı görme eğilimimiz vardır; dağınıklığı, karışıklığı ya da başka şeyleri. Unutmayın, hiçbir gün tamamen nahoş olamaz. En zorlayıcı durumların içinde bile hoş bir an bulunabilir; tıpkı kardelenlerin zorlu kış koşulları altında filizlenmesi gibi.
Bu nedenle, her kahvenizi burada ve şimdi içerken, hoşa giden her anı deneyimlemeye çalışın. Bakın, siz de neler oluyor, bu anı nasıl karşılıyor ve nasıl ödüllendiriyorsunuz?